Ali, kuyuya attığı kovayı atıp tekrar çektiğinde çıkan o sesi çok seviyordu. Ama en çok suya yansıyan görüntüleri izlemeyi severdi. Özellikle de Ay’ın ve yıldızların görüntüsünü severdi. Zaman zaman kuyunun dibinden Ay’a uzanan bir yol olduğunu bile düşünürdü. Zorlukla suyu babasına götürdü. Babası bahçeyi suluyordu. Ali, okula geç kalmıştı.
Nefes nefese sınıfa girdi. Dersten sonra arkadaşı Hasan ile Nakşi Cihan bahçesine gittiler. Kuşları gözetleye gözetleye bahçenin tam orta kısmına gelmişlerdi. Bahçede kaybolmuşlardı. Bahçede çakallara yakalanmamak için barınak aradılar. Barınağı bulduğunda, Ali defteri çıkardı ve Ay’la ilgili gözlemlerini defterine not aldı.
Aileleri onları bulunca evlerine gittiler. Ertesi gün ders çıkışı babasına söz verdiği gibi sarayın çiftliğine gitti. Babası ona tırpan verdi ve yabani otları temizlemesini istedi. Ali, işini çabucak bitirip Hasan ile birlikte buluşmaya gidiyordu ki karşısında duran Tepegözü gördü. Tepegöz, Ali’nin kargasıydı. Ama Tepegöz normal kargalara hiç ama hiç benzemiyordu.
Ali giderken bir defter buldu. Defter çok güzeldi ve üstünde bir kuş resmi vardı. Semerkant’ta yeni bir gözlem evi yapılıyordu. Ali içine girmeyi çok istiyordu, görevliler izin vermiyordu. Uluğ Bey sıklıkla gözlemevine gelirdi. Ali’nin bulduğu defter Uluğ Bey’e aitti. Tepegöz sayesinde defteri sahibi Uluğ Bey’e ulaştırdı.
Uluğ Bey bu olay sonrasında Ali ile ilgilenmeye ve onun gözlemevine girmesine izin verdi. Ali yaşıtlarının çok ötesinde düşünen bir beyindi. Bunu kıskanan yaşıtları Ali’yi ne kadar da küçük düşürmeye çalışsa da bunu başaramıyorlardı. Ali büyüdükçe büyüyor ve Astronomi ile çok uğraşmaya başlamıştı.
Fatih Sultan Mehmet ile yolları İstanbul’da kesişiyor ve oranın ünlü bilim adamlarından biri oluyor. Güneş saatini İstanbul’da kurduruyor ve zamanı tekrardan yazıyordu.
Selam.ben çok beğendim teşekkürler
Güzel